27 Temmuz 2007 Cuma

Asteroid Kuşağına Gidiş Eylül'de


ABD Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Güneş Sistemi'ndeki asteroid kuşağının iki büyük gök cismini keşfedecek Dawn uzay aracının fırlatılışını Eylül'e erteledi. Mars ile Jüpiter arasındaki asteroid kuşağının iki büyük asteroidi Vesta ve Ceres'i inceleyecek uzay aracının fırlatma işlemini önce 15 Temmuz'a erteleyen NASA yetkilileri, daha sonra aldıkları bir kararla fırlatma tarihini Eylül'e aldı. NASA'nın web sitesinde yapılan açıklamada, erteleme kararına Dawn uzayaracını bu ay içinde fırlatma olanağının yüksek derecede kısıtlı olması ve önümüzdeki ay başında Mars'a gönderilecek Phoenix uzay aracını fırlatma işleminin hazırlıklarına başlanması gerekçe gösterildi. Güneş Sistemi'nin bilinen en büyük iki asteroidi Vesta ve Ceres'inyörüngesine 4 yıl sürecek bir yolculukla varması planlanan Dawn, bilimadamlarının diğerlerinden çok daha farklı olduğuna inandıkları iki asteroidin boyut ve ağırlığını hesaplayacak. Dawn'ın göndereceği bilgiler, bilim çevrelerinin Güneş Sistemi'nin nasıl oluştuğunu ve geçirdiği evrimi anlamalarına yardımcı olacak. 1.64 metre uzunluğunda ve 1.27 metre genişliğindeki uzay sondası ayrıca Vesta ve Ceres asteroidlerinin evriminde suyun rolünü belirlemeye çalışacak. 2011 Ekim ayında Vesta'nın yörüngesine girdikten sonra Şubat 2015'te Ceres'in yörüngesine ulaşacak Dawn, toplam 5.1 milyar km yol katedecek. Uluslararası Astronomi Birliği 2006'da Ceres'i 'cüce gezegen' sınıfına almış, bu karar Plüto'nun gezegen statüsü konusunda da tartışma başlatmıştı. NASA'nın, iki asteroidin birbirinden uzaklaşması yüzünden 400 milyon doları aşkın maliyeti olan Dawn'ı Ekim 2007 sonundan önce uzaya fırlatması gerekiyor.


Phoenix yola çıkıyor

8 ay sürecek yolculuktan sonra Kızıl Gezegen'e ulaşması planlanan uzay aracı, NASA için Arizona Üniversitesi'nin Lockheed Martin şirketi, Jet Motorları Laboratuvarı ve Kanada Uzay Ajansı ile yaptığı işbirliğiyle üretildi.

Kennedy Uzay Merkezi'nde 3 Ağustos'ta Delta 2 tipi bir füzeyle uzayafırlatılması öngörülen Phoenix, Mayıs 2008'de Kızıl Gezegen'e iniş yapacak.

Şu ana ve geçmişe ait olası yaşam belirtilerinin yanı sıra Mars'a yapılacak bir insanlı uçuş için gerekli ortamı inceleyecek Phoenix, Mars'ın buzla kaplı kuzey kutup bölgesinde araştırmalar yapacak.

Uzun robot kolu yardımıyla donmuş zemini kazarak örnek toplayacakPhoenix'in fırlatılmasını da içeren bu programın maliyetinin 386 milyon doları bulacağı tahmin ediliyor.

Uzay aracı, Alman bilimadamlarının, NASA'nın 30 yıl önce Mars'a gönderdiği iki Viking uzay aracının Kızıl Gezegen'de mikro-organizmaların varlığını keşfedebileceği, ancak bunları bilmeden öldürdüğü yolundaki iddialarının incelenmesi açısından da bir şans olarak görülüyor.

Gezegenin yörüngesinde araştırma yapan Mars Odyssey, 2002 yılında kuzey kutbunda buzulların bulunduğu bir bölge tespit etmişti.

Bilimadamları, Phoenix'in Kızıl Gezegen'in jeolojik tarihiyle ilgiliönemli ip uçları elde etmesini bekliyor.

Uzay aracının birinci hedefi buzun içinde mikropların yaşayıpyaşamadığını bulmak olacak.

Phoenix, NASA'nın düşük bütçeli uzun dönem sürdürülebilir uzay araştırmaları planının bir parçası. NASA insanlı uzay üsleri kurmadan önce, karşılanabilir bütçelerle desteklenen araştırmalar yaparak, astronotları öncül araştırma yükünden kurtarmak istiyor.

Toplam 386 milyon dolarlık Phoenix, daha önce 2001 yılında Mars Surveyor programının bir parçası olarak uzaya gidecekti, fakat bu program, Mars Polar Lander'ın 1999 yılında Mars yüzeyine çakılmasının ardından geçici olarak durdurulmuştu.

Polar Lander, Mars'ın Güney Kutbu'na ineceği sırada motoru erken kapanmış ve araç dengesini yitirerek yere düşmüştü.

Phoenix o günden beri NASA'nın uçak yapım işlerini yürüten Lockheed Martin'in deposunda bekletiliyordu.

Işınlanma gerçekleşti mi?

RAINBOW PROJESI

( PHILADELPHIA EXPERIMENT )
"YOK OLDU" ve 640 Km UZAKTA ORTAYA ÇIKTI.
MOLEKÜL TRANSFERİ GERÇEKLEŞTİ Mİ?
PROJECT RAINBOW

28 Mart 1943 ; ABD'li bilim adamı Dr. Morris Jessup'ın, Einstein'ın birleşik alanlar kuramına dayanarak bir "ışınlama" deneyi yaptığı iddia edildi. 'Philadelphia deneyi" adıyla bilinen ve askeri gizlilik içersinde gerçekleştirilen olayda, 104 mürettebatlı "USS Eldridge" adlı askeri gemi, tanıkların iddialarına göre Philadelphia deniz üssünde, yeşil bir sise bürünerek yavaş yavaş "kayboldu" ve kısa bir süre sonra 640 km. ötedeki Norfolk deniz üssünde ortaya çıktı.
Deney ile ilgili medyatik ciddi araştırmalar, 1980'de PHİLADELPHİA DENEYİ'ni perdeye getiren filme izin verildikten sonra başladı. Daha öncelerde, kamuoyuna göre olay sadece saçma bir söylentiydi. Charles Berlitz ve William Moore'un ortak yazdıkları kitap bir fantazi olarak kabul görmüştü.Ama deney ile ilgili kuşkular hala sürmektedir, nedeni anlamsız bir söylenti dahi olsa aşağıda okuyacağınız olaylar dizisi, şaşırtıcı, düşündürücü ve gerçekçidir.

Philadelphia Deneyi günümüz şartları gözönüne alındığında daha etkin ve düşündürücü bir iddiadır,olayda adı geçen bir avuç insandan geriye hemen hemen kimse kalmadığından kesin doğrulanma için ABD gizli arşivlerinin açıklanması gerekmektedir. Fakat, film için devlet tarafından zor izin verilmesi kuşku uyandırmakta ve dikkatleri yoğunlaştırmaktadır.Yaşamını Philadelphia Deneyi'ni araştırmaya adayan ve bir de "A-Z'ye Philadelphia Deneyi" adlı kitabı yazan Alfred Bielek bize tüm olanları anlatırken, "neredeyse delirme noktasına geldiğini söylüyordu;Philadelphia Deneyi tasarlanırken amaç çok güçlü bir elektromanyetik alanın sağlanarak gemilerin görünmez olmaları ve bu sayede top mermilerinden ve denizaltıların atacakları torpitolardan korunmasıydı.Hatta daha sonra,görünmezlik alanını bir benzerinin denizde değil, havada oluşturarak önemli üslerin görünmesinin engellenmesi de düşünülmüştü.

"EVRENSEL ZAMAN SAATİ"

Deneyin resmi ve bilimsel adı "PROJECT RAİNBOW" (Gökkuşağı Projesi)idi. Gökkuşağı Projesi, iddialara göre II.Dünya Savaşı sırasında küçük destroyer tipi bir savaş gemisinin başından geçti.Olayın yeri Philadelphia Deniz Üssü'ydü amaç ise gemiyi düşmanın fark etmemesi için görünmez yapmaktı.Projeye göre, fikir orjinaldi ve düşman radarları hiç fark etmeden gemi istenilen yerde birden ortaya çıkacaktı.Bilimsel tanımın adı;OPTİKAL GÖRÜNMEZLİKTİ; özel bir sistemle veya jeneratörle oluşturulan çok güçlü manyetik bir alan gemiyi saracak, ışınları veya radar dalgalarını büker yada kırarken gemi görünmez olacaktı. Düşüncesi dahi bir mucizeye benziyordu ve iddialara göre de Gökkuşağı Projesi başarılı olmuştu. Yani gemi fiziksel olarak kaybolmuş ve tekrar geri dönmüştü. Tanıklara göre geminin üzerini bir pelerin gibi saran manyatik alan görevini yapmıştı. Fakat ana hedef geminin kaybolduğu yerde değil, bir başka yerde ortaya çıkmasını sağlayabilmekti yani daha yaygın bir deyimle "ışınlama" yapılmalıydı.

Philadelphia Deneyi'nin temelinde düşünce olarak Albert Einstein'ın ''Çekim ve Elektriklenmede Birleşik Alan Kuramı'' vardır. Bu teori bu konuyla ilgili kişilerce "Elektronik kamuflaj" olarak tasarlandı.Einstein, bu teorisi 1925-27 arasında Almanya'da bir bilim dergisinde yayınlandı.Fakat Einstein,bu teoriyi daha denememiş ve daha tam anlamıyla geliştirmemişti.O zamanlardaki amaç, çok güçlü elektromanyetik alanın yapılarak gemilerin görünmez olmaları ve düşman kuvvetlerine karşı korunmasıydı.Hatta bu olayı havada oluşturarak üslerin görünmesinin engellenmesi de düşünülmüştü.Bu deneyin çalışmaları 1930 yıllarda "Project Rainbow"ismiyle başlatıldı.Başlatıldığı yer ise Chicago Üniversitesidir. 1 yıl sonrada bu çalışma PrincetonÜniversitesinde devam ettirildi.bazı bilim adamları bu projede zaman zaman yer aldılar.Bunlar Einstein, Dr. Johnvon Neumann ve Dr. Nikola Tesla'dır.Dr. Alfred Bielek her 10 yılda bir Ağustosun 12'sinde manyetik enerji alanının tekrar oluştuğunu öne sürüyordu.1943'ten sonra 1963 ve 1983'te aynı olay olmuştu. sebebi ise "Senkronizasyondu" Enerji alanları tekrar toplanıyor, dalgalanarak ortaya çıkıyordu, fakat bu alanlar karmaşıktı. Neumann, 1986'da ölen Bielek'in anılarından yazdığına göre bu olayları doğrulamıştı.İfadesi teyp bantlarında vardı. Oluşturulan büyük enerji, doğru açıda sekronize edilirken birden kontrol dışına çıkmış ve "Yönsüz dalgalar'a" dönüşmüştü. Bunun sonucunda ortaya alışılmadık etkiler çıkmaya başlamıştı.Senkronize dalgalar zamanı büküyor ve etkiliyordu.Bir diğer ilginç yaklaşım, Wisconsin Üniversitesi Matematik Profesörü olan Henry Levenson'dan gelmişti.Bu fikre göre zamanın merkezi bir alanın çevresinde yoğunlaştığını ve bir "Zaman Saati" oluşturarak, tüm varoluşun gerçekleştiği ve gerçekleşeceği şifrelerle çalıştığını söylüyordu; Dediğine göre "Şifrelerin içinde yaşayan herşey vardır, dünyadaki bütün maddesel varoluş dünya saat ve zamanına göredir;dünya, Güneş saatine göre, Güneşde galaktik saate göre ayarlıdır.Eğer zaman kilidi yüksek ve güçlü bir enerji alanı ile bozulursa, ortaya çeşitli zaman ve mekan dengesizlikleri çıkar.Taki zaman yeniden kendini tamir edip yeniden dengesini bulanadek"

BİLİM ADAMI DR. MORRİS K. JESSUP'UN ESRARENGİZ ÖLÜMÜ
Olaylar 1943 yılı haziran ayında başladı.Geminin adı USS Eldridge'di, DE 173 bir koruma destroyeri olarak sınıflandırılmıştı. Bir görgü şahidine göre,75 KVA gücündeki iki dev jeneratör geminin ön top taretlerinin altına monte edildi, buradan geminin güvertesine 4 manyetik ışın yayılacaktı. 3 RF vericisi ( Herbiri iki megavat CW gücündeydi ve onlarda güverteye monte edilmişti.),3000 adet 6L6 güç artırıcı tüp,iki jeneratörün oluşturduğu gücü yayacaklardı, özel senkronizasyon ve modülasyon devreleriyle diğer ekipman,oluşan kütlesel elektromanyetik alanları kullanılırlığa indirgerken, kırılmış ışınlar ve radyo dalgaları gemiyi saracak ve sonuçta gemi düşman gözlemcileri için görünmez olacaktı.USS Eldridge adlı destroyer, Philadelphia Deniz üssü'nün önünde biraz açıkta duruyordu, gözlem gemisi olarak da SS Andrew Furuseth isimli bir şilep seçilmişti.İşte iddialara göre Philadelphia Deneyinin ortaya çıkmasını sağlayan insan bu geminin personelinden bir gemicidir. Bu kişi Carl M. Allen imzasıyla, 1950 yılında Dr. Morris K. Jessup'a garip mektuplar gönderdi ama zarfın üzerindeki isim Carlos Miguel Allende'ydi,Mektupta yazılanlara göre Allende veya Allen, olayları baştan sona seyretmiş gibiydi,Jessup adres olarak verilen posta kutusuna mektup yazarak ayrıntı istedi ve bir mektup daha geldi; bu Allen, anlattıklarını kanıtlamak için hipnoz, sodyum pentatol ( bilinci uyuşturarak iradeyi kran doğruyu söyleten bir ilaç )ve teyp kaydı istiyor,olayın etkin bir biçimde açıklanması halinde insanların böyle bir nakil sistemiyle yıldızlara dahi gidebileceğini yazıyordu.
[IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/winxp/LOCALS%7E1/Temp/msohtml1/01/clip_image006.jpg[/IMG]
-U.S.S Eldridge gemisinde kullanıldığı iddia edilen jenaratör-

[IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/winxp/LOCALS%7E1/Temp/msohtml1/01/clip_image007.gif[/IMG]Jessup ise bu kişinin tanıklık iddialarından en azından bir tanesinin doğru olabileceğini söylüyordu.Aslında Jessup, matematikçi ve gök bilimciydi.Astro-fizik alanındaki
çalışmaları nedeniyle Felsefe Doktoru ünvanını almıştı.İnkalar ve Mayalar'la ilgili çalışmalar yaptı. Bermuda üçkeni ve UFO konularında tezler yayınladı.İkinci mektuptan sonra Jessup, Deniz Kuvvetleri'nden bir davet aldı.Deniz Kuvvetleri Araştırma Bürosu'na gittiğinde eline bir kitap verildi ve kitap kendi yazdığı kitaptı, bir yıl önce Büro'ya postayla yollamıştı."THE CASE FOR THE UFO" adlı kitap taslağını Deniz Kuvvetleri'nden Amiral N. Furt'a yollamıştı ama Amiral haberinin olmadığını söylüyordu.
Kitabın sayfaları üç değişik yazıyla yazılmış ve notlar alınmıştı,Dr. Jessup yazılardan birisinin Alle'nin yazısının aynı olduğunu fark etti.Notlar sanki dünya dışı birisinin gözlemi olarak yazılmış gibiydi, binlerce yıl önceki uygarlıklardan söz ediliyor, dünyaya gelen uzay araçları tarif ediliyordu, sonunda ise Güç alanlarından, bir maddenin nasıl kaybolup, nasıl ortaya çıkarılabileceği ve 1943'te philadelphia'da yapılan deneyden söz ediliyordu. Normalde, saçma olarak tanımlanması gereken bu kitap, nedense ABD Hükümeti tarafından Pentagon'da üst düzey belli yetkililere özel olarak dağıtıldı.Carlos Miguel Allende veya Carl Meredith Allen yani Dr. Jessup'a mektup yazıp,deneyi anlatan kişi kimdi? Neden mektubu yazdıktan sonra kayboldu ve öyküsünü neden basına yollamadı? ABD Hükümeti, Jessup'un üzerinde notlar bulunan kitabıyla neden bu kadar ilgilendi?1959 Nisan'ında Jessup, arkadaşı doktor Mason Valentine'i arayarak Deney ile ilgili kesin sonuçlara ulaştığını anlatarak ertesi gün buluşmalarını istedi, 20 Nisan akşamı yemekte buluşacaklardı ama bu yemek gerçekleşemedi.Buluşacakları gece, Miami'de Hammock Parkı'nda Dr.Morris K. Jessup, arabasında ölü bulundu, polis raporlarına göre arabasında ekzoz gazıyla intihar etmişti ve söz konusu notlar ortada yoktu.Arkadaşları Jessup'un asla intihar edecek biri olmadığını söylediler,Valentine ise Jessup'un hastaneye götürüldüğünde hala sağ olduğunu öğrendiğini iddia etti fakat bunlardan bir sonuç çıkmadı ve olay kapandı. Acaba öyle miydi?Jessup'un Philadelphia Deneyi ile ilgili çalışmalarına ne olmuştu? Bu çalışmalar kimleri,neden rahatsız etmişti? Bu gizem hala çözülmüş değil.Yoksa böyle bir oyunla Jessup kendisine mektup yazan kişi Allen tarafından veya başka güçlerle intihar süsü verilerek notlarıyla birlikte bir yeremi götürülmüştü?
DENEY BAŞLIYOR

Tanığa göre, deney 22 Haziran 1943'te sabah saat 09.00' da jeneratörlere güç verilerek başlatıldı.Manyetik alan oluşuyordu; sonra yeşilimsi bir sis gemiyi örtmeye başladı ve USS Eldridge kayboluyordu; Olayın tanığı şöyle devam ediyor;"Bir an sadece geminin çıpasını görebildim, sonra oda kayboldu, ortada artık ne sis ne USS Eldridge vardı; bomboş denize bakıyorduk, bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim adamları korku, dehşet ve heyacan içinde nefeslerini tutarak bu inanılması güç başarılarını seyrediyorlardı.Gemi ve mürettebatı hem radarda hemde gözlerimizin önünde yok olmuştu.Her şey planlandığı gibi yürüyordu, 15 dk. sonra emir verildi ve jeneratörlerin
şalteri kapatıldı. Önce hiç bir şey olmadı, arkasından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge yeniden görünmeye ve ortaya çıkmaya başladı ama gemi nereye gitmiş ve nereden geliyordu?


Sis azalırken, birşeylerin tuhaf gittiğini hissediyorduk.Hemen gemiye yanaştık, ilk önce mürettebatın çoğunun geminin yanından sarkıp kustuklarını gördük,diğerleri ise geminin güvertesinde şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı,sanki hiç birinin bilinci yerinde değildi.Yetkili ekipler gemiye girerek bütün mürettebatı kısa süre içerisinde uzaklaştırdılar ve yerlerine hazır bekletilen yeni bir mürettebat aldı. Bir iki gün sonra, yeni bir deneye daha karar verildi.Gemi istenilen radar görünmezliğine ulaşmıştı, donanım değiştirildi ve 28 Ekim 1943'te deney yine aynı gemide tekrarlandı.Jeneratörler çalışmaya başladıktan hemen sonra Destroyer hemen hemen görünmezlik çizgisine ulaşmıştı, sadece burnu ve arkası görülüyor, arada ise bazı çizgiler belli belirsiz seçiliyordu. Sonra sadece su üzerinde tekne boyunda bir çizgi kaldı.Bir iki dakika sonra mavi bir ışık parladı ve o çizgide yok oldu. Şimdi gemi tamamen yokolmuştu. Bir kaç dakika sonra millerce uzakta Norfolk'ta ortaya çıktı. Göründükten biraz sonra bilinmeyen bir nedenle yine kayboldu ve Philadelphia'da tekrar ortaya çıktı. Bu kez durum çok ciddiydi, tüm mürettebatın başı beladaydı.

Bazıları yok oldu ve bir daha geri dönmediler.Bu olayın en korkunç bölümü ise beş tane denizcinin geminin eriyen ve sonra yine katılaşan metal levhalarının içinde kalmalarıydı.Bu çok feci bir durumdu. Denizcilerin birisi kurtuldu fakat bir daha eski haline dönemedi.Aklını tamamen yitirmişti ama yapacak hiçbir şey yoktu.Bazılarının psişik yetenekleri gelişmişti, sokakta yürürken kaybolan ve yine ortaya çıkan insanlar vardı. Manyetik alanın içinde kalan mürettebattan kaybolanlar ancak birisinin yüzüne ve eline dokunulmasıyla görünür hale geliyorlardı, yani dokunmanın giysinin olmadığı bir yere yapılması gerekiyordu. "Donma" adı verilen bu olay saatlerce, günlerce sürebiliyordu, hatta bir tayfa tam altı ay donmustu ve altı ay sonra kurtarılabilindi. Elektronik kamuflaj başladıktan sonra geminin ve mürettebatının bütünüyle kaybolup,çok uzak bir yerde ortaya çıkıp ve sonra yeniden geri dönmesine neden olan neydi? diyor olayın tanığı.Philadelphia deneyi hakkında ''gemi'' nasıl Norfolk'a gitti? Neden yine Philadelphia'da bir yere gitmedi? Levenson'un "Zaman Kilitleri"mi neden olmuştu?
Biz bir zaman dizisi içerisinde yaşıyoruz her hareketimizde bir an geçiyor ve zamanı olmadan süregelen uzayla çevriliyiz. Uzay-Zaman içinde bir yerde, bir an için var olduğumuzda, oluşan zaman karesi yani o anın resmi, lokal uzay / mekan koşulları gereğince yakalanır ve dünyadan çıkarak güneş sistemine yayılır ama uzaya gitmez ve Güneş sisteminin çevresinde yörüngeye girer. Bu "Işınlanma" gibidir.Yani her hareketimizin bir resmi çekilip, uzaydaki albümde yerini almıştır.Bu sonsuz zaman resimleri veya dilimleri Yaradılıştan beri vardır.Yani dünya zamanı içinde değilde,uzay zamanı içinde geri dönüp tüm resimleri görebiliriz.Bu oluşumun diğer koşulu bugünün emilme özelliğidir,içinde bulunduğumuz an bir balon gibi şişerek holografik bir görüntü oluşturur; bu tekbir anlık resimlerin biriktiği bir alandır ve özel bir uzay alanındadır. Yani o alanda bu an geçmişdeki tüm anlar vardır; işte USS Eldridge'nin Norfolk'ta ortaya çıkmasının nedeni geçmişinde orada bulunmasıdır; çarpılan uzay-zaman alanında geminin geçmişte orada bulunduğu anı resmi ortaya çıkmış ve gemi görünmüştür.Yani o anda hem Philadelphia'da hemde Norfolk'tadır.Eğer zaman alanını yeterince bozabilirsek,bir yerde görünebilir,dünya-zamanda değil, uzay-zamanda yer değiştirmiştir. Sebebi daha önce oradaydı.Eğer olay sırasında ve transfer tamamlanmadan önce birisi enerjiyi durdursaydı, madde parçacıkları ışınlanarak emilecek kaynağına doğru yani geriye vakumlanarak bu andaki orjinal yerine dönecekti. İki tane balon düşünün;birisinin içinde Philadelphia'da USS Eldridge bulunsun; Diğer balon ise Norfolk'ta ama içi boş;Bu boş balonda madde olmayan holodrafik görüntü beliriyor ve bu görüntü geçmişte bir yerde olan uzaysal bir imaj.Geçmişteki her zaman resmi bir holografik bir imaj balonu olarak vardır,Bunu bir çizgi filmin kareleri olarakta düşünebilirsiniz. Bu resim dizisi her varolan her şey için oluşmaktadır. Eğer biz Philadelphiya'da bulunan USS Eldridge'nin kendisinin bulunduğu dolu balonu sıkıştırırsak,Norfolk'daki boş balona giden maddi bir bağlantı koridoru yada madde tüpü oluştururuz.Yani imaj gemiye doğru...
Philadelphia Experiment (Philadelphia Deneyi) filminden bazı ilgi çekici sahneler: Resimlerde geminin yoğun manyetik alanlar içinde bir HYPER uzaya ( hyperspace) doğru geçişi görülmektedir.



Bu noktada, kaynağın dörtte biri boş, hedefin dörtte üçü doludur, işte tam bu anda birisi balonu sıkıştırmayı durdurursa ne olur? Işınlanmış madde dalgalar halinde geri dönerek orjinal uzaysal alanına geri döner yine vakum yaparak balonunu doldurur. Basınç yani sıkıştırma enerjisi "Yüksek şiddette titreşen manyetik alanlar" transferden önce serbest kalmıştır. Sonuç dalgaları dev bozucu veya distortional etkiler yaratarak kütleyi alanında hacimsiz bırakırlar. Canlı organizmaların kayıt alanındaki etkileri kağıt gibi incedir, dalga yerini alırken tüm dalgaların kaydı sırasında kurbanlar hayalet kayıtlara dönüşürler. Bu bio-plazmik alanın bozulması ciddi fiziksel sorunlara yol açabilir; Bu olasılık öldürücü ve şaşırtıcıdır ama yapacak bir şey olamaz,Eğer amaç görünmezlikse, çeşitli tanım ve yorumlar getirebilir. Ama niçin gemi suya batmamış ve ya karada bir kentin ortasında belirmemiştir sorusunun cevabı yukardadır, zira geçmişin resimlerinde bunlar yoktur. Ve negatif sonuçlara göründüğü kadar bakılırsa, deneyde yanlış giden birşeyler vardır.Ama bunlar nelerdir?
Philadelphia Deneyi bu bilimsel anlatımlardan sonra bugün 1943'te olduğundan daha güncel.Yeni kaynaklardan yeni ayrıntılar öğrenilmekte ,başka bir iddiaya göre projede görev alanların beyni yıkanarak, gördüklerini unutmaları sağlanmıştı. Fakat yıllar sonra anılar geri gelmeye başladığı için yaşayan tanıklar konuşmaya başladılar. Bielek bu yeni iddialardan kitabında söz ediyor.



Dr. Valentine, Charles Berlitz'le yaptığı röpörtajda şöyle diyordu;Bence Philadelphia Deneyi bilinen ve alışılmış yollarla açıklanamaz.Bazı bilim adamları atomun temel yapısının, madde parçacıklarından değil, elektromanyetik alanlarda oluştuğu görüşündeler.Bu çok karmaşık enerji alanlarının birbirlerini etkilemesi olayıdır. Eğer böyle bir evrenin içinde maddenin katlı fazları bulunmasaydı, şaşılırdı.Bu fazların birisinden birisine geçilmesi bir yaşamdan ötekine geçmeye benzer. Boyutlar arası değişmedir yani dünyalar içinde dünyalar olabilir. Manyetik alanların karıştırıcı olarak değişimler yaratabileceğinden kuşkulanılıyordu. Maksatlı olarak, olağan dışı manyetik koşullar yaratılması hem fiziksel, hemde yaşamsal olarak maddenin fazını değiştirebilir. Bu durumdada, bağımsız bir varlık olmayan ama içinde bulunduğumuz yaşama benzer belirli bir madde / zaman / enerji boyutunun bir parçası olan zaman faktörünü'de çarpıklaştırır. Kısacası deney olasıdır.


Berlitz'e göre Philadelphia deneyi'nin yapılıp yapılmadığı belli değildir ve şu an için kanıtlanamaz ama kavram olarak geçerlidir.Çünkü Einstein'ın ''Birleşik Alan Kuramı'' tarafından desteklenmektedir.Eğer deney yapıldıysa, söylentilerin ardındaki gerçek tanıklar susmaktadırlar ve belkide Türkiye'de de yayınlanan ''Yok Oldu''( Thin Air) kitabında anlatıldığı gibi çıldıran ve inanılmaz değişimler gösteren mürettebatın çoğu ölmüş veya gizli bir yerde ölümü beklemektedir.Ve belkide bir gün üzerinde ''çok gizli'' yazılı bir dosyanın açılma zamanı gelecek karanlıklar aydınlanacaktır.


http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/PROJECTRAINBOW.HTM

Gerçekten Aya Gidildi mi ? Yoksa Yalan mı ?

* Hesaplamalara göre Ay yüzeyindeki gündüz sıcaklığı 260 ile 280 Fahrenayt arasında değişiklik gösteriyor. Bu derecedeki sıcaklıkta filmler erir ve insanlar muhtemelen rahatsız olur. Hatta muhtemelen ölür ! Peki ama astronotlar neden bu kadar rahat görünüyor ?

* Ay ’ ın görünmeyen karanlık yüzündeki hava sıcaklığının eksi 41 dereceye kadar düştüğü biliniyor. Eksi 40 dereceden itibarense cisimlerin kırılganlık derecesinin arttığı biliniyor. Bu sıcaklıkta elektrikli cihazlar çalışmaz Araba akülerini çalıştırmak da zordur. Sıcaktan soğuğa geçerken yaşanan bu ani ısı değişikliği, cisimlerde esnemelere ve kırılmalara sebep olur. Peki ekipmanlar ve astronotlar nasıl bu kadar rahat çalışabiliyor ?

* Niye 1/6 ’ lık bir yerçekimi oranında astronotlar yürüme ile zıplama arasında gidip gelen hareketler yapıyorlar ? Televizyon çekimlerinin birinde, astoronotun zıplamak için dizlerini büktüğü ama sonuçta bir kaç adımdan öteye gidemediği gözleniyor. Astonotlar, yerçekiminin 6 kat daha az olduğu bir ortamda, niçin normal bir insanın yeryüzünde zıplayabiliceği kadar bir mesafeye zıplayabiliyorlar ?

* Bunun yanısıra, çekilen görüntülerde astronotların sert bir şekilde dizlerinin üstüne düştükleri birkaç sahne görüyoruz. Peki böylelikle kendilerini büyük bir riske atmış olmuyorlar mıydı ? Ya basınca dayanıklı elbiseleri yırtılsaydı ?

* Bilindiği gibi yeryüzünden 250 ve 750 mil yükseklikteki mesafeler arasında kalan bölgeye Van Allen Kuşağı ismi veriliyor. Bu kuşak, güneşten gelen radyoaktivite yüklü ışınların dünyaya gelmesini engelliyor. Astronotların, Ay ’ a gidebilmesi için bu kuşak içinden geçmeleri gerekiyor. Bir insanın buradan geçebilmesi içinse, 4 metre kalınlığında bir kurşun tabakasıyla kaplanmış olması gerekiyor!




Modül ’ ün Altında Niye İz Yok ?

NASA ’ ya göre Ay modülü Ay ’ a indiğinde motorlarından 3000 Ibs ’ lik (yaklaşık 1,5 ton) basınç çıkıyordu. Bize anlatıldığı ve görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla, Ay yüzeyi tozlu ve yumuşak. Peki iniş esnasında, modülün altına denk gelen (yandaki resimde H ile işaretlenmiş) kısımda niçin herhangi bir yıpranma, dağılmış yumuşak doku ya da itmeden oluşan bir çukur görmüyoruz ? Aynı şekilde niçin Ay modülünün ayaklarında tozlanma göze çarpmıyor ? Yandaki resimde bir başka ilginç nokta da (G) ile işaretlenen yerde, bir ayak izinin bulunması. Peki, tam olarak modülün altına denk gelen bölgeye bu ayak izi nasıl geldi ? Astronotlar bilindiği kadarı ile modülün altına girmediğine göre, acaba set işçileri, daha önce senaryo çalışması yapan astronotlardan birinin ayak izlerini silmeyi mi unuttular ? Ya da modül eski yerinden kaldırılıp şu an bulunduğu yere mi taşındı ?

Ay ’ da Atmosfer Yoksa, Nasıl Oluyor da ...?

Yine yukarıdaki resimde astonotları Ay yüzeyine indiren Ay modülünü görüyoruz. B ile işretlenen yere baktığımızda gökyüzünde hiçbir yıldızın görünmediğini fark ediyoruz. Madem ki atmosfer yok, niye arka planda parlak yıldızlar gözümüze çarpmıyor ? NASA uzmanları bunu, basit fotoğrafçılık mantığı ile açıklıyor : "Eğer yakın plandaki nesneleri ( astronot, ay modülü gibi ) odaklarsanız, arka plandaki parlak nesneleri ( yıldızlar ) gibi aynı poz içinde yakalayamazsınız" (A) ile işaretlenen noktaya baktığınızda ise, ay modülünün karanlık tarafında kalan Amerikan bayrağını net olarak görüyorsunuz. Komploculara göre, bu fotoğraf Ay ’ da çekilmiş olamaz. Zira, eğer bir cisim Ay yüzeyinde gölgede kaıyorsa, onu görmek imkansızdır. Çünkü Ay yüzeyinde atmosfer yoktur. Atmosfer içindeki hava molekülleri ışığı süzerek yansıtırlar ve yeryüzünde gölgede kalan noktalar bu şekilde görülebilir. Ay ’ da atmosfer olmadığı için, gölgede kalan bir nesnenin kesinlikle görünmemesi gerekir. Peki, resimdeki bayrak nasıl görünüyor ?

Bununla birlikte, Ay yüzeyine düşen güneş ışığı kırılmadan ve süzülmeden geldiği için kör edici bir etkiye sahip. Bundan dolayı astronotlar, güneş ışınlarından korunmak için % 95 altın alaşımlı başlıklar takıyorlar. Öyle ise güneşin vurduğu noktaların daha parlak, gölgelerin ise tamamen karanlık olması gerekmiyor mu ? Ama NASA fotoğraflarındaki gölge tonlarının, yeryüzünde çekilmiş fotoğraflardan hiçbir farkı yok...




Artıcıklara Dikkat!

Uzay fotoğraflarında resmi enlemesine kesen küçük artı (+) işaretleri sizin de dikkatinizi çekmiştir. Söz konusu artıcıklar, kameranın bir parçasından kaynaklanmakta ve film ile kamera vizörünün (siperliğinin) arasında bulunmaktadırlar. Bu husus, komplo teorisyenlerinin de dikkatini çekmiş olsa gerek, buradan da ilginç noktalar yakalamışlar. Mesela yandaki resimde © ile gösterilen kısımda, nasıl oluyor da resmin yarısı artının önünde, yarısı arkasında olabiliyor ? Yoksa bu artıcıklar, sadece saydam bir plastik üzerine işaretleniyor ve resimlerin üzerine mi yerleştiriliyordu ? Belki de bu resimde, dikkatsiz teknisyenlerden biri, plastik bandın kaydığını farketmemişti!




Dalgalanan Bayrak...

Apollo 11 astronotlarından biri ilk etapta Ay yüzeyine Amerikan bayrağı dikiyor. Bayrak açık vaziyette.Yandaki resimde ise bayrağı dalgalanırken görüyoruz. Atmosfersiz bir ortamda bu değişiklikler nasıl olabiliyor ve de en önemlisi bayrağı hangi rüzgar dalgalandırıyor ?




Güneş..??

(E) ile işaretlenen bölgedeki gölgenin, eğer Ay ’ da atmosfer yoksa ve tek ışık kaynağı Güneş ise, daha karanlık olması gerekiyor. (F) ile işaretlenen arka plan görüntüsünde de, ufka doğru yaklaştıkça karanlığın çöktüğü görünüyor. Bu, atmosferik coğrafyadan dolayı, sadece yeryüzünde olabilecek bir görüntü. Normalde Ay ’ daki ufuk çizgisinin daha keskin ve parlak görünmesi gerekiyor. (D) ile işaretlenen bölgede ise, gökyüzünde bağımsız bir cisim göz çarpıyor. Farklı resimlerde de göze çarpan bu cisimle ilgili bugüne kadar doyurucu bir açıklama yapılabilmiş değil. Burada devreye, UFO ’ cular giriyor. Onlarsa, Ay ’ a gerçekten gidildiğini ve resimde görünen garip cismin bir uçan daire olduğunu iddia ediyorlar.

Son Kanıt

Bir Bilim Adamının Bu Teorileri Çürütmek İçin Ay’a İlk Ayak Basıldığının En Büyük İspatı Olan Video Görüntülerini Tekrar İncelemek Ve ABD nin Aya Gitmedi Yalanını Çürütmek İçin Nasa’ya Yaptığı Başvuruya Aldığı Cevap...

GÖRÜNTÜLERİ BULAMIYORUZ

----------------------------------------------------------------------
Ay’a gönderilen APOLLO uzay mekiğinden önce yüzlerce kez denemeler yapılmış ve bu denemeler hep başarız olmuş, yüzlerce astronot hayatını yitirmiş. Apollo dan iniş için düşünülen (adını bilmiyorum) yukarıdaki resimdeki modül gönderilmeden önce Ay’a çok yakın iken çekilmiş gerçek resimler mevcut. Fakat bu resimlerden başka hiçbir resim ve belge Ay üzerinde çekilememiştir.
Hatta modülün mekikden çıktıktan sonra ne olduğunu dahi bilen yok...


Yapılan incelemeler sonunda ;

Bu resimlerin Apollo gönderilemeden önce yer yüzünde Ay daki hareketleri tam olarak sağlaya bilmek için yapılan simülatör olduğu ortaya çıkmıştır. Evet sonuçta oradaki resimler Dünya ’da çekilmiş , Ay’ın simulatörüdür. Havada kalma mevzusu ise ; içi su dolu büyük bir cam vanusda yerçekimine alışmak için yapılmış ve resmedilmiştir. Resmin Ay’da çekildiğini söyleseyenler camın yansımasını hesaba katmamışlardı.

Sonuç olarak başarısızlığını Dünya’ya duyurmamak isteyen birisi, kendini ıspatlamak için elinden gelen her türlü gayreti sarf etmiştir.
---------------------------------------------------------------------
Ay’a basılan ayağın izi ortada yok

Aya seyahatin orijinal görüntülerini incelemek isteyen bilim adamına NASA: "Görüntüleri bulamıyoruz!" dedi. "Zaten hepsi tezgahtı" diyen komplo teorisyenleri atağa geçti.

Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım..." Neil Armstrong’un 37 yıl önce dünya tarihine geçen bu sözünün artık hiçbir kanıtı yok. O anın orijinal görüntülerinin, NASA’nın Maryland’deki üssünde kaybolduğu ortaya çıktı. Avustralyalı bir bilim adamı tarafından ortaya çıkarılan olay, "ABD Ay’a gitmedi. Görüntüler stüdyoda tezgahlandı" tezini savunan binlerce komplo teorisyenini de sevindirdi. Teorisyenler, NASAnın sırrını örtbas etmek için kasetleri ortadan kaldırdığına inanıyorlar.

Tarihi önemi çok büyük
Ay’dan gelen görüntülerin tarihiyle ilgili bir araştırma yapan Avustralyalı bilim adamı John Sarkassian, NASA’ya başvurarak kasetleri izlemek istediğini söyledi. Ancak tüm aramalara rağmen kasetler bulunamadı. Hiç kimse kasetlerin yerini bilmiyordu. Bu olay bilim dünyasını ayağa kaldırdı. Bilim adamları şimdi büyük bir engelle karşı karşıya olduklarına inanıyorlar. Orijinal görüntüler, manyetik bantlara kaydedildiği için bozulma riskleri çok yüksek ve bir an önce bulunup dijital disklere kaydedilmeleri gerekiyor. Yoksa, gelecek nesiller, insanlık için büyük adımları sadece bozuk televizyon görüntülerinden izleyebilecek.

Detaylar görülemiyor
20 Temmuz 1969’da gerçekleşen seyahat, NASA’nın zamanın son teknolojisiyle üretilen kameraları tarafından canlı olarak yine NASA’nın Kaliforniya ve Avustralya’daki televizyon istasyonlarına gönderildi. O zamanlar bu görüntüleri işleyecek teknolojisi olmayan televizyon kanalları ise orijinal görüntülerin yansıtıldığı perdelerden çekim yaptılar. Bu nedenle detaylar, orijinallerindeki kadar net olarak görülemiyordu. Manyetik bantlı video kasetlere kaydedilen orijinal görüntüler ise 1970 yılında ABD Ulusal Arşivleri’ne kaldırıldı. Ancak görüntüler, 1984’de hiçbir neden belirtilmeden Maryland’deki Goddard Uzay Üssü’ne taşındı.

Stüdyoya mı ayak basıldı?
Komplo teorisyenlerine göre aya hiç gidilmedi, tüm görüntüler bir stüdyoda çekildi. ABD, SSCB ile bir uzay yarışına girişmiş, rakip uzaya insan göndererek öne geçmişti. NASA da buna karşılık, Ay’a gittik yalanını uydurdu. İşte komplo teorisyenlerinin iddiaları:

70 kilo olan Neil Armstrong, yüzeyde derin izler bırakırken, 1 tonluk uzay aracı neden hiçbir iz bırakmıyor?

Astronot gölgede kalmasına rağmen nasıl bu kadar net ve parlak görülüyor?

Güneş gibi çok uzak bir ışık kaynağından bu kadar güçlü bir ışık gelip de taşların bu şekilde gölge yapmasına neden olamaz. Ama stüdyodaki spotlar yapabilir.
----------------------------------------------------------------------
Aldatıldıysak Niçin ?

Komplo teorisyenlerine göre, insanoğlu hiçbir zaman Ay ’ a gitmedi ve bizler Amerikan hükümeti tarafından aldatıldık. Peki ama neden ? Doğrusu, bunun için öne sürülen sebepler, en az Ay ’ la ilgili olanlar kadar ilginç. Üç nokta üzerinde birleşiliyor : Para, dikkat dağıtmak ve uzay yarışını kazanmak. Komplo teorisyenlerine göre; Amerikan hükümeti, uzay çalışmaları için 30 milyar dolar harcamıştı. Olası bir başarısızlıkta vergi konusundaki hassas kamuoyu, bunun hesabını sandıkta soracaktı. Giden paraları taçlandırmak için böylesi parlak bir senaryo geliştirildi ve uygulandı. Gururlanan halk, artık parasının peşine düşmeyecekti.

Bir başka iddiaya göre, senaryo kauoyunun dikkatini dağıtmak için geliştirildi. " Wag The Dog " isimli filmi seyredenler hatırlar; ABD Başkanı ’ nın 12 yaşındaki bir kız çoçuğu ile ilişkisi vardır ve seçimlerden bir hafta önce medya bunu öğrenir. Kamuoyunun dikkatini dağıtmak isteyen Başkan, Arnavutluk ’ a savaş ilan eder. İşte Ay uçuşları da aynı amaca hizmet ediyor. Buna göre, Amerikan halkının kötü giden Vietnam Savaşı ’ na yönelik itirazlarını dindirmek isteyen hükümet, sahte Ay uçuşlarını gündeme soktu. Dikkatle bakıldığında, Vietnam Savaşı ’ nın bitimiyle, Ay uçuşlarının bitirilmesi aynı döneme rastlamaktadır!

Son mantıklı açıklama ise, iddia edilen tezgahın, Sovyetler Birliği ile o dönemde yapılan kıyasıya Uzay Yarışı ’ nın kazanılmasına yönelik olduğu. Sovyetler karşısında daha fazla rekabet edemeyeceğine kanaat getiren ve aynı zamanda daha fazla para harcamak da istemeyen Amerikan hükümeti, bir taşla iki kuş vurdu. Hem yarışa son noktayı koydu, hem de rakibi karşısında yıllar boyu sürecek olan psikolojik bir üstünlük ele geçirdi. Bu, " Tamam biz bu işten çekiliyoruz " demekten daha kolaydı üstelik...
-----------------------------------------------------------------------------------
Akla direk gelen soru madem gidilmediyse hiç aya,o zaman geçenlerde aya bilmem kaç dolara gittiği söylenen işadamları nereye gitti?

Ya onları da yediler ya da propagandanın bir parçası ...

Ad Kavmi ve İrem Şehri

Kuran’da geçen kıssaların benzeri genelde Tevrat ve İncil’de de vardır. Örneğin bazı farklılıklar olsa da İbrahim kıssasının bir bölümünü, Musa kıssasını, Yusuf yada Lut kıssasını bu kitaplarda da bulabilirsiniz. Bu kıssalar içinde Ad kavmi hakkındaki bilgiler ise diğer kitaplarda yoktur.

Bu kıssada Allah, Ad kavmine Hud peygamberi gönderdiğini bildirmektedir. Kavmi ise Hud peygamberin bu çağrısına uymaz, onun uyarılarına rağmen putperest inanç ve tavırlarından vazgeçmezler. Bunun ardından Allah Ad kavminin yaşadığı yüksek sütunlu İrem şehrini helak eder. Bu şehirden şöyle söz edilir:

"Ad kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgarı göndermiştik." (Zâriyât 41)

Sadece Kuran’da geçen bu kavimin arkeolojik bulgularına, amatör bir arkeolog olan Nicholos Clapp tarafından bulundu. Bu şehri bulmak için uzun süre uğraşan Clapp, NASA ile orak çalışarak amacına ulaşabildi.

Bölgenin uydudan çekilmiş resimlerini kullanarak eski yolların izlerini takip etti ve İrem şehrinin kalıntılarını buldu. Yapılan kazılarda bu şehrin diğer antik şehirlerden farklı olarak her tarafında yüksek sütunların bulunduğu ortaya çıktı.

Tesla, Marconi ve Güney Amerika'daki Gizli Şehir



Tesla tarafından icat ettiği ölüm ışınını denerken

Marconi, Tesla(1) gibi esrarengiz bir kişiliğe sahipti. Yatı “Electra” da anti-gravite (Yerçekimine karşı koyma) deneyleri yaptığı biliniyor. Marconi’nin yatı adeta yüzer bir laboratuar gibiydi. Marconi’nin yine yatından uzaya sinyaller gönderdiği de bilinmektedir.

Marconi, 1936 Haziran’ında İtalyan faşist diktatörü Benito Mussolini’ye savunma amacı ile kullanılabilecek bir “Dalga Silahı”nın nasıl çalıştığını göstermişti. 1930’larda bu cihazlara “Ölüm Işını” denilmekteydi. Marconi’nin takipçilerine göre, 1937 yılında yatını Güney Amerika’ya götüren Marconi, herkes öldüğü haberini yaymıştı



Güney Amerika’daki Gizli Şehir:

Marconi ile birlikte birçok bilim adamının daha Güney Amerika’ya gittiği söylenmektedir. 1937’de esrarengiz İtalyan fizikçisi ve simyacısı Fucanelli, Avrupa fizikçilerini atomik silahların tehlikelerine karşı uyarıyor ve birkaç yıl sonra tamamen ortadan kayboluyordu. Güney Amerika’da Marconi’nin gizli grubuna katıldığı söylenmekteydi.

Güney Amerika’ya giden 98 bilim adamı, Venezuela’nın güneyindeki ormanlarda, sönmüş bir volkanik kraterin altında bir yer altı kenti inşa etmişlerdi.

Büyük bir servetle finanse edilen bu yer altı kentinde, onlar Marconi’nin güneş enerjisi, kozmik enerji ve anti-gravite projeleri üzerinde çalışmaya devam ettiler. Dünya milletlerinden ayrı ve gizlice çalışarak, serbest enerji motorları ve jiroskopik anti-graviteye sahip disk şeklinde bir uçak geliştirdiler. Bu topluluk kendini insanlığın iyiliğine ve barışa adamıştı. Onlar tüm insanlığın, enerji şirketleri, çok uluslu bankalar ve askeri-endüstriyel kompleksin kontrolu altında olduğunu biliyorlar ve bu yüzden kendilerini geri kalan bütün insanlardan soyutluyorlardı.

Meksikalı gazeteci Mario Rojas Avendaro, “Ciudad Subterranean de los Andes” (Andların Yer altı Şehri) adlı kitabında, Marconi ve gizli şehrinin gerçek olduğunu iddia etmektedir. Avendaro, Marconi’nin öğrencisi olan Nacisso Genovese’nin bu yer altı şehrinde yıllarca yaşadığından söz etmektedir.



Ölüm ışınının görüntüsü

Tesla Teknolojisi:

Genovese, yeraltındaki şehrin çok geniş mali kaynaklara dayanarak inşa edildiğini söylemekte ve dünyadaki bütün araştırma tesislerinden daha üstün olduğunu iddia etmekteydi. 1946 yılında şehir güçlü bir kozmik enerji kolektörü kullanmaktaydı.

Genovese’nin diğer bir iddası da ürettikleri “uçandaire” ile Ay’a ve Mars’a yolculuk yaptıkları şeklindedir. Ona göre, bu araçla Ay’a yolculuk birkaç saat, Mars’a ise birkaç gün sürüyordu. Genovese Mars’ın üzerinde görülen piramitlerden hiç bahsetmemişti. Muhtemelen onlar “Cydonia” bölgesinde kumlarla kaplı piramitlerin altında bir Mars üssü kurmuşlardı.

İlginçtir ki, Marconi’nin gizli şehrinde üretilen disk şeklindeki araçlar, 1944 yılında Prag yakınlarındaki BMW tesislerinde imal edilen Alman Schriever-Habermohl uçan diskine çok benziyordu!..

Güney Amerika’da –özellikle And dağlarının doğusundaki dağların eteklerindeki ormanlarda –Bolivya’dan Venezuela’ya kadar her yerde çok sık UFO’lar görüldüğü rapor edilmektedir. Bu UFO’ların “Ciudad Subterranean de los Andes”den gelen araçlar olması mümkün mü?

Çok güvenilir bir kaynağın açıkladığına göre, “Hitler’in Son Taburundan” Alman askerleri denizaltı ile II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Antarktika ve Güney Amerika’ya kaçmışlardı. Almanların Güney Amerika’nın uzak cangıllarında yüksek teknolojiye sahip süper şehirler kurmuş olması mümkündür.

Amerikalı Albay Howard Büchner gibi (“Secrets Of The Holy Lance” ve “Hitler’s Ashes” gibi kitapların yazarıdır.) birçok askeri tarihçi, Almanların savaş sırasında Güney Afrika’nın karşısındaki “Queen Maud Land”da üsler kurduğuna inanmaktadırlar.

Alman gazeteci Karl Brugger’in “Akakor Kronikleri” adlı kitabında belirttiğine göre, ( Bu konuda bakınız: Amazonlardan Jonanstal’a Yeraltındaki Almanya) bir Alman taburu Brezilya ve Peru sınırındaki bir yer altı şehrine sığınmıştı.

Uçandaireler imal eden yeraltındaki Güney Amerika şehirleri, birçok kişiye belki fantezi ürünü olarak gelebilir ama tamamen gerçektir.

Bazı yazarların iddiasına göre, Nikola Tesla da 1930’larda bir uçandaireye binerek Marconi’nin yeraltındaki gizli şehrine gitmişti.

Tesla ve Marconi gibi iki dehanın birlikte neler başarmış olabileceğini kim tahmin edebilir? Onlar anit-gravitasyonel teknolojide Almanlardan 10 yıl, Amerikalılardan 20 yıl ilerdelerdi.

Acaba onlar 1940’ların başında disk şeklindeki uzay gemileri “Zaman Makinası” olarak kullanmış ve geleceğe gitmiş olabilirler mi? Belki de geçmişimize dönmüşlerdir?!..

Zaman yolculuğu deneyleri, “Teleportasyon” (Bir yerden başka bir yere ışınlama) gibi fantastik olayların Tesla, Marconi ve onların yasaklanmış buluşları ile ilgisi olabilir mi?

Bazı UFO araştırmacıları ve “eski istihbarat ajanları” bize “uzaylıları” anlatırken, Tesla, Marconi ve dostları Mars’taki uzay üssünde bizi bekliyor olabilirler!..

(1)Nikola Tesla, 9 Temmuz 1856 yılında, o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna bağlı olan Hırvatistan’ın güneybatı kesiminde, Smiljan isimli bir köyde doğmuştu. Hayatı tüm insanlığa bedava enerji sağlamaya adayan Tesla, 1915 yılında kablosuz enerji iletişimiyle uğraşıyordu. Uzaktan kumanda teknolojisinin mucidi olan Tesla, bu yıllarda uzak mesafelerden kontrol edebilen torpidolar yaptığını, ama elektrik dalgalarının çok daha yıkıcı olduğunu iddia edilmekteydi. Bu açıklamaları yüzünden bazı olaylarda Tesla’nın izi aranmaktadır. 1908’de Sibirya’da bulunan Tunguska nehrini çevreleyen 200-500 bin hektarlık ormanın, 10-15 megatonluk bir patlamayla eşdeğer bir patlamanın ardından yok olmasında Tesla’nın buluşunu rol oynadığı iddia edilmektedir. Tesla’yı anlatabilmek için söylenmesi gereken en önemli şey, onun kendi zamanın çok ötesinde olduğudur. Soğuk savaş yıllarında her iki tarafın da bu teknolojiyi kullandığı ileri sürülmüş, nükleer savunma ve saldırı amacı güden “Yıldız Savaşları” projesinde bu teknolojiden yararlanılmıştır. Ölüm ışınları, ultra düşük dalgalar, çok yüksek frekanslar, atmosferdeki elektrik enerjisi değerlendirilmesi, atmosfere elektrik dalgaları yayarak bunun dünyanın her yerinden kullanılmasının sağlanması, radyo frekanslarıyla uzaktan kumanda edilen bugün kullanılan füzeler, yüzlerce mil etkili bir elektrik kalkanının oluşturularak girmeye cesaret eden düşmanın anında yok edilebilmesi gibi bazıları bize bugün bile hayali gelebilecek birçok projenin ardında, Nikola Tesla’nın teknolojisinin izlerine rastlanmaktadır. 1930’larda Tesla söz konusu ölüm ışınını ve kimsenin geçemeyeceği Tesal kalkanını yapabileceğini açıklamıştır. Pek çok araştırmacıya göre HAARP Projesi, ilk kez Tesla tarafından ileri sürülen konseptleri kendine temel aldı. Pentagon, HAARP Projesi ile “Tesla teknolojisini” yeniden yaratıp, bu teknolojiyi tehlikeli amaçlar için kullanmayı hedefliyor.


“The Fantastic Inventions Of Nikola Tesal” Adventures Unlimited Pres.
Turgut GÜRSAN, Yeraltındaki Gizli Dünyalar

Kayıp Uygarlık Şamballa

Tibet ve kuzey Hindistan söylencelerinde Şamballa adlı bir yerden bahsedilir. Hindistan ve Tibet’teki eski yazıtlar, Şamballa’yı antik çok eski bir krallık olarak tanımlıyorlar. Saklı krallığın varlığına dair ilk anlatılanları Tibet Budizm’inin kutsal kitapları olan “Kanjur” ve “Tanjur” da bulabiliriz.

Geleneksel anlayışa göre, Şamballa, karlı dağlardan oluşan bir çemberin içindedir. İnanılmaz güzellikte olan Şamballa, zenginlikle doludur. Modern bir yer olan “Pırlanta Sarayı”nın başkent “Kalapa” da olduğu iddia edilir ve Şamballa Kralı hükümdarlığını burada sürdürür. Pırlanta Sarayında iki şaşırtıcı şey vardır; “Tepe Pencereleri” ve “Sihirli Ayna”

Tepe pencereleri başka dünyalardaki hayatları görme imkanı sağlarken, Sihirli Ayna ise Kral’ın uzaklardaki olayları izlemesine imkan veriyor. Günümüzde Batı uygarlıkları ile ilişki içinde bulunan bazı Lama’lar aynanın bir ekran gibi olduğunu ve Kral’ın dünya olaylarını kontrol etmesini sağladığını iddia ediyorlar.

Saklı Krallığın çok daha şaşırtıcı özellikleri var; örneğin eski yazıtlarda “Rüzgar gücünde olan taştan atlar” dan ya da “Taştan uçaklar”dan bahsediliyor. Yaşayan Lama’lardan bazıları “Taştan Atlar”ın en ileri teknikle yapılan uçan araçlar olduğunu iddia ediyorlar.

Tibet söylenceleri, Şamballa’nın Himalaya dağları arkasında ve Tibet’in kuzeyinde olduğunu iddia etmekteler. 96 prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada gizli bir yer olabilir mi? Peki ama Şamballa nerede? Manastırıcı Budistler yani tutucular, Şamballa’nın dünyada bulunduğu düşüncesindeler. Buna karşı Halk Budizm’in yandaşları ise, Şamballa’nın tanrıların oturduğu gökyüzünde olduğuna inanıyorlar. Bazı çağdaş Tibetliler de aynı veya benzeri görüşteler; Şamballa’yı dünyada değil de, yıldızların arasında aramaya başladılar, yani bir gezegende. Yoksa Şamballa zaman ve mekan dışı bir yerde bulunan gizemli bir imparatorluk mu? Varsayımlara göre Şamballa bir başka boyut veya paralel dünya olabilir mi? Eğer bu düşünce doğru ise; Şamballa burnumuzun dibinde olsa bile göremeyiz.




Başkent Şamballa'nın resimi

Tibet kehanetlerine göre bir gün “kötü bir ruh” gelecek ve “Barbarlara” güçlü dünyalı olmadığını açıklayacaktır. Bazı Lama’ların düşüncelerine göre, “Barbarlar” (Dünya-dışı varlıklar) Şamballa’nın var olduğunu öğrenebilirler veya oraya gidebilirler. Ama bu kehanetlere göre; önce huzurlu bir anlaşma yapılacaktır; Şamballa’da hükümdarlığını sürdüren Kral Rura Çakrin istila edenleri karşılayacak ve onların başkanına egemenliği birlikte sürdürmeyi teklif edecektir. Ama kısa bir süre sonra Barbarların Kralı egemenliği kendi eline geçirmeye çalışacak ve uçan araçlarıyla Şamballa’ya saldırarak havada bir savaş başlatacaktır. Ama Barbarlar başarılı olamayacaklardır, çünkü Rudra Çakrin onları yıkmak için savaşacaktır. Kehanetlerde şunlar belirtilir: “Sonunda Kral Şamballa’dan Barbarları yok etmek için çıkacak ve aşağıya inecektir.” Bazı Lama’lara göre, Kral bir başka gezegenden bizim dünyamıza gelecektir, çünkü “Jambudvipa” denen o yer, onların gözünde bütün dünya veya gezegendir, sadece bir kıta veya bölge değildir. Bu son savaştan sonra ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek ve Rudra Çakri’nin egemenliğinin başlangıcını belirleyecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın” adı da verilmiştir. Zaferinden sonra Rudra Çakri, egemenliğini bütün dünyaya yayacak ve yeni bir “Altın Çağ” başlatacaktır.

İnanılmaz ama NASA’nın uzay mekiklerinin birinin yolculuğundaki görev listesinde “Şamballa” da yer alıyordu. Araç, böyle bir yerin olup olmadığını uzaydan gözlemleyip araştıracaktı. Sonucu henüz bilmiyoruz ama anlaşılan “Şamballa”nın yerini merak eden ve cidden inanan birileri var gibi..

Batı Tibet’te “Büyük Beyaz Kardeşliğin” merkezinin var olduğu söylenir. Kutsal Şamballa şehri Gobi çölünde, “Agarta Yer Altı Üniversitesi” ise muhtemelen Nepal’le güneydoğu Tibet sınırı üzerinde bulunmaktadır.

Şamballa’nın Lhasa’nın kuzeyinde, muhtemelen Gobi çölünde, bazen de Moğolistan’da olduğu söylenmişti.

Agarta’nın Lhasa’nın güneyinde, muhtemelen Şigatse manastırının yakınında veya Nepal’in kuzeydoğusundaki Kançenyunga dağlarının (Y.N: Dünyanın 3. yüksek dağı) altında olduğu iddia edilmektedir.

Bazı iddialara göre, hem Agarta hem de Şamballa “Boş Dünya”nın içinde bulunmaktadır. Bazı geleneklerde Agarta sağ el yolu” yani “beyaz okült grup”, Şamballa ise “sol el yolu” yani “kara okült grup” olarak nitelendirilmektedir. Bunun tersi de yani Agarta’nın kötü, Şamballa’nın ise iyi olduğu da iddia edilmektedir.

Agarta, “Agarta Konfederasyonu Tapınakçıları” adlı küçük fakat güçlü bir ordu tarafından savunulmaktadır.

Kimi zaman Agarti veya Agarta, “Dünyanın Kralı” kavramıyla özdeşleştirilir. Bu “Dünya Kralı”, “Metatron” veya “Agarta’nın Büyük Efendisi” olarak bilinir ve Tibet’in altında bir yer altı krallığında ikamet eder. Buraya Ortaasya’daki birçok manastırıdan, özellikle Kançenyu dağı civarından, giriş vardır.

Bazı iddialara göre Agarti’yi kara büyünün şeytani gücü yönetmektedir. Metatron(1)un Gölgesi, karanlık bir güç olarak bilinir ve Sar Ha-Olam veya şeytan (Veya eski Mısır’ın yer altı tanrısı Set) olarak tanımlanır.

Nazi okült doktrinine göre, Aryan Süpermenlerin yaşadığı yer bu “Boş Dünya” idi. Hitler dünyanın içinin boş olduğunu biliyordu. Bu nedenle Tibet ve Gobi çölündeki bazı güçlerle temasa geçerek, Ortaasya’yı ele geçirmeyi düşünmüştü.

(1) Metatron: İbrani Kabala’sında göksel (semavi) araçlar Sekinah ve Metatron’dur. Metatron terimi koruyucu (hami), gönderilmiş (haberci) ve aracı gibi tüm anlamları içerir. Ünlü Fransız düşünürü Rene Guénon tarafından Kabalacı’ların Metatronu ve başmelek Mikail arasında paralellik bulunmaktadır. Eğer Mikail, Metatron ile bir ise, yine de onun görünümlerinden ancak bir tanesini temsil etmektedir. Işıklı yüzünün yanı sıra, onun bir de karanlık yüzü vardır.


• David Hatcher Childress, “Lost Cities of China”, Central Asia&India”, Adventures Unlimited Pres. 1998
• Turgut GÜRSAN, Yeraltındaki Gizli Dünyalar s.11-13
 
eXTReMe Tracker